Kale ve civarında oturan eski Antepliler ya iftardan sonra ya da iftardan önce soluğu bugünün Güllüoğlu’su olan Güllü’de alır, tatlısını alıp evine döner ya da orada yer, oradan da meşhur Tahmis kahvesine geçerlermiş.

 

Ha geldi ha geliyor derken on bir ayın sultanı geldi ve gidiyor. Çoğu gitti azı kaldı mübareğin. Kiminin ilk, kiminin son orucunu tuttuğu bu mübarek ay, bereketli elini yavaş yavaş üzerimizden çekerken, bizde de zamanın akışkanlığına dair hayretler içinde bırakan bir haleti bırakıyor. Zaman hızla geçiyor ve ardımızda hayırlı ameller bırakmak için adeta an’ların peşinden koşmamız gerekiyor. Etrafımız kalabalık, gürültü çok, modern dünyanın önümüze sunduğu meşgale üstüne meşgale, her dem cilalanıp, makyajlanıp yeniden servis edilen meta bizi kendimizle baş başa kalmaktan her an biraz daha mahrum bırakıyor.

Bizler de tüm bu meşgalelere çok önceden hazırlanmış olarak dört elle girişiyoruz. İmam Şafi hazretlerinin söyleyişiyle, Hak’la meşgul olamıyor ve batıl tarafından işgal ediliyoruz, ya da işgal edilmeye her an biraz daha hazır hale geliyoruz. Ramazan’ın bu sıcak mevsimde bizlere nasip olması çoğumuzu zorluk derecesinden düşündürse de, ilk birkaç günden sonra hiç de endişelenecek bir yanının olmadığını görüyoruz. Hele birkaç gün daha geçende, “Ramazan’da ne yaptım, nasıl karşıladım, nasıl dolduruyorum?” soruları, dillendirilmese de “keşke…” diye başlayan pişmanlık 

cümleleri zihni doldururken, bir arınma mevsiminin daha sonuna doğru gelişimizi yaşıyoruz. Ne yapsak hep eksik kalacak, ondandır ki elinden gelenin en iyisini, en güzelini yapmalı diyor büyükler. Ve ekliyorlar: Gayret bizden, tevfik Allah’tan.

Bereket ayının Antep’i

Bu bereket ayında Gaziantep’te gerek büyükşehir belediyesi ve gerek diğer ilçe belediyeleri, iftar çadırları ve diğer organizasyonlarıyla öne çıkarlarken, Suriye’deki katliamdan ve özellikle sınır komşumuz olan Halep ve çevresinden şehrimize yerleşen kardeşlerimizin içinde bulundukları durum, sessiz ve eski yıllara nispeten daha suskun bir Ramazan geçmesine sebebiyet verdi. Suriye’den gelip yerleşen aileler ve tüm halkla beraber tek çaba herkesin iftar edebilmesini sağlamak oldu. Bununla beraber belediyeler yine de çeşitli etkinlikler yapmaya devam ettiler. Tasavvuf musıkisi, halk müziği ve yerel sanatçılardan oluşan müzik konserleri sürerken, konferanslar ve seminerler düzenlenmeye devam edildi ve Ramazan’ın bereketinden en iyi şekilde istifade edilmeye çalışıldı. Ve birer Ramazan klasiği olan Karagöz gölge oyunu, ortaoyunu ve kukla gösterileri de yine çeşitli günlerde ve farklı mekânlarda icra edildi.

Yemek ve mutfak kültürü gayet gelişmiş olan Gaziantep’te Ramazan denince ilk akla gelen iftar davetleridir. İlk üç-beş günden, son üç-beş güne kadar sürekli davetler olur, davet iftarlarıyla sofraların daha bereketli, daha tatlı, daha güzel şekilde devam ettirilmesi için çaba harcanır. Aile içi davetleri, akraba davetleri, komşu davetleri derken bir de bakmışınız ki Ramazan bitmiş. Ramazan’da tabiri caizse evlerin yolu unutulur.

Eğer şimdiki gibi sıcak mevsimlere denk gelirse, iftardan önce buz gibi meyan şerbetleri hazırlanıp bardaklara dökülür ve “Allahu Ekber” nidası beklenir. Antep’in ve tüm güneydoğunun güzel yanlarından biri olan damda oturma sefaları, akşam serinliğinde oturup iftar etmek, kalabalık şekilde oturup çaylı muhabbetlere dalmak Ramazan ayında daha da doyumsuz bir hal alır. İftar vakti geldiğinde dışarıdaki gürültü, uğultu, koşturmaca bir anda yerini sükûnete bırakır. Hayat durmuşluk sessizliğine bürünür ve halk evlerde, damlarda, iş yerlerinde dizlerini kırıp sofralara oturur. Hamdını ve şükrünü ifade etmeye “Bismillah” diyerek başlar, gönlü rahat ve huzurlu olarak iftar edecek olmanın şerefine nail olmayı bekler.

İftar toplarıyla bilinen iftar

Yakın zaman tanıkları Ramazan’da Antep kalesinden iftar topları atıldığını söylerler. Eskiden radyonun, televizyonun, internetin olmadığı ve ses sistemlerinin olmayıp gürültünün de bu kadar kulaktan geçip ruhları buruşturmadığı zamanlarda iftar vakti, atılan bu iftar toplarıyla anlaşılırmış. Kale çevresinde oturanların evlerinin sarsıldığı dahi olurmuş bu iftar toplarının gümbürdeyişinden. Ramazan bereketinden olacak, bu ahalinin hoşuna dahi gidermiş. Belki iftar topu halen atılıyordur ama artık onu ne duyan var ne de ondan haberdar olan…

Kale ve civarında oturan eski Antepliler ya iftardan sonra ya da iftardan önce soluğu bugünün Güllüoğlu’su olan Güllü’de alır, tatlısını alıp evine döner ya da orada yer, oradan da meşhur Tahmis kahvesine geçerlermiş. Muhabbet çayları yudumlanırken göz ucuyla köstekli saatlere bakılır, teravih namazının geçirilmemesi için adeta tetikte beklenirmiş. Hele uzun kış gecelerindeki Ramazanlarda teravihten sonra muhabbete devam edilir, Tahmis kahvesi şenlik alanına dönermiş. Bölgenin dillileri, belagat sahibi olan müdavimleri gaz lambasının cılız ışığı altında, üzerine çıktığı masa ya da sandalyeyi yüksek bir dağa, kendisini de o dağa kurulan bir hakana benzetircesine mimik, tavır ve hareketlerle efsaneler, hikâyeler, aşk destanları anlatıp bazen dinleyenleri korkutur, bazen üzer, bazen de sevindirip eğlendirirlermiş. Muhabbet bazen sahura kadar sürer, bazen de ortamda bulunan anlatıcı ve dinleyici katılımına göre gecenin ilerleyen saatlerine doğru tükenen nargilelerin, boşalan tütün keselerinin, tabakaların ve bir dolup bir boşalmaktan artık yorgun düşen çay bardakları ve kahve fincanlarının eşliğinde yavaşça son bulurmuş.

Teravihlerin ve iftar sofralarının değişmez geleneği: Meyan şerbeti

Teravih namazları günümüzdeki gibi sıcak mevsimlere denk geldiğinde buz gibi meyan güğümleri sırtında meyan şerbetçileri cami avlularına doğru ağır ağır adımlar, avluda cemaatin çıkmasını beklerler. Cemaat birer ikişer camiden çıkınca başlar meyancılar bağırmaya: “Ab-ı hayaaaaaaaaat! Yürek soğudiiiiiiiiiii!”

“Sebilullah, hasbetenullah

Hasan-Hüseyin efendimizin ruhu şad ola

Sebil ettirenin yedi ceddine rahmet ola”

Derken cemaatten bir hayırsever çıkar ve namazdan çıkan cemaatin serinlemesi ve geçmişlerinin hayrı olsun diye meyancıya şerbetinin tutarını öder, tüm şerbetini sebil eder ve geçmişlerinin ruhuna hediye ettirir.

Sebil yaptıranın sevap kazanacağı gibi sebilden içenin de sevap kazanacağına inanıldığından, “sebil” çağrısını duyan herkes meyancının başına toplanıp birer bardak şerbeti lıkır lıkır yudumlayıp hayır dua ederler.

Yok, eğer Ramazan güze ya da soğuk kış günlerine denk gelirse bu defa meyan şerbeti satanların yerini “Menengiç Kahvesi” satanlar alır ve bu defa da insanlar içlerini ısıtmaya çalışırlar. Menengiç kahvesi daha çok evde yapılıp içilen bir kahve türü olup, meyan kadar yaygın olmasa da dışarıda da seyyar kahveciler elinden içilir.

Bir bayram yemeği: Yuva(r)lama

Anteplilerin asıl telaşları ise Ramazan ayı sonuna doğru başlar. Fıstığın ve baklavanın anavatanında bayram günü ikram edilmek üzere bayram şekerleri alınır, baklava, kuru pasta, kurabiye, çörek, Antep kahkesi alınır ya da bunları yapacak malzemeler temin edilerek evlerde hazırlıklar başlar. Arefe günü son orucu tutan ağızların besmelesiyle eller açılmış yufkalara ve diğer malzemelere uzanır ve o sabırlı ellerle ev baklavaları açılıp itinayla tepsilere yerleştirilip fırınlara sürülür.

Sadece baklava mı? Tabi ki hayır. Kuru pastalar, kurabiyeler, kahkeler, çörekler, elmalı kerevizler için hamurlar hazırlanıp birer ikişer kalıplara dökülür ve bunlar da tepsilerde fırınlara sürülürler. Anneler bu arada sütlaçları da hazırlayıp kâselere doldurur ve bayram sabahı ikram edilecek şekilde hazır tutarlar.

Bütün bu hazırlıklar bir ay boyunca oruçlu olmanın huzur veren gururunu yaşayan milletin bayramı tatlı bir şekilde karşılayıp, ona yakışır bir şekilde izzet ve ikramda bulunabilme gayretinden öte bir şey değildir.

Hepsi bir yana Ramazan Bayramı’nın en özel hazırlığı meşhur “Antep Yuva(r)lama”sıdır. Baklavalar, pasta, kurabiye ve çörekler şöyle dursun, iri doğranmış kuşbaşı eti, yağsız kıymayla yoğrulup küçük küçük yuvarlanan hamuru, haşlanmış nohutu, yoğurdu ve yağda kızartılıp üzerine dökülen nanesiyle beraber bir de itina ile içine karılan sabır ve sevgiyle yuva(r)lama yemeği bayram gününün ana menüsü ve asıl yiyeceği olarak sofranın başköşesindeki yerini alır. Namaz çıkışında kahvaltıda yenir ve Ramazan Bayramı’nın bir numaralı alametidir. Genelde yılda bir kez ve sadece Ramazan Bayramı’nda yapıldığından bu bayramla özdeşleşen bir yemek olmuştur. Ve Antep’te Ramazan Bayramı denince ilk akla gelen şey olmuştur aynı zamanda.

Büyüklerimizden ve onların hatıralarından bahsetmişken, yine onların diliyle kutlayalım bayramımızı: Iydimiz said olsun efendim…

 

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları



Disqus Yorumları